Tasarımda Çalmanın Sınırı Nedir?
Mentörlük

Tasarımda Çalmanın Sınırı Nedir?

Mesut Uğurlu
Mesut Uğurlu
23 Kasım 2023 35 dk. okuma
Cevap 1

Örgüt Çaylı / Creative Director

“İyi tasarımcılar esinlenir, büyük tasarımcılar çalar.
Dahi tasarımcılarsa diğer tasarımcıların sadece
işlerini çalmakla kalmaz, arkasından evini de soyar.”
- Pablo Ladrón (Dünyanın en iyi tasarımcısı)

Etkileyici bir duvar resmi, çarpıcı bir sneaker, oyuncaklar, kent sokakları,müzeler, dekonstrüktif yapılar, vapur bacası, filmler, diziler, yolculuklar, müzik albümleri, doğa, deniz, bulutlar, romanlar, alışveriş katalogları, market reyonları, tabelalar, sıkıcı banka şubeleri, biramın üstündeki köpük, depresyona sürükleyen devlet daireleri, neşeli gece sohbetleri. Çalmanın sınırı yoktur. Gözümü yakalayan, duygularımı harekete geçiren herhangi bir şey gördüğümde veya duyduğumda hiç dayanamam, derhal çalarım.

Çalmak güzeldir, siz de çalın.
Ama nasıl çalmalı?

Çalmak derken aslında etkileşimden ve esinlenmekten bahsettiğim anlaşılmıştır sanırım. Yaratmış olduğunuz ve gelecekte yaratacağınız her şey, insanlığın binlerce yıllık bilgi birikiminin ve deneyimlerinin üstüne inşa edilir. Sizden öncekilerin ne yaptığını bilmek önemlidir. Tasarımcı olarak yaptığınız iş, bu materyalleri kendi deneyimleriniz ve algınızla birleştirerek, benzersiz bir bakış açısıyla yeniden yaratmaktır. “Hayır tabiki de öyle diil, ben sıfırdan yaratıyorum” diyorsanız, muhtemelen ne yaptığınızın farkında değilsiniz. Bir şarkıdan yola çıkarak, ilgisiz gibi görünen bir marka kimliği tasarlayabiliyorsanız doğru yoldasınız.

Hayran olduğumuz antik Roma heykelleri aslında daha önceki çağlardaki Yunan heykellerinin kopyalarıydı. Rönesans döneminin dahi yaratıcılarından Leonardo da Vinci, antik Yunan’dan eski Roma’ya uzanan bilimsel ve sanatsal birikimi derinlemesine incelemiş, eserlerindeki anatomi ve temel formlar gibi pek çok unsuru kendinden önceki ustalardan ödünç almıştı.

Müzisyenler önceki kuşaklardan usta olarak gördükleri devleri gururla açıklarlar. Pek çoğunun müziğe başlamasının sebebi ‘bir gün onlar gibi olmayı’ hayal etmeleridir. Ustalarının şarkılarını da büyük bir tutkuyla taklit ederler. Müzik dilinde bu ‘cover yapmak’tır. Cover’lar enstrümanlarına hakimiyetlerini ve müzik algılarını geliştirmelerinde önemli bir araçtır. Led Zeppelin ve Black Sabbath olmasa Judas Priest, Diamond Head ve Motörhead olmasa Metallica var olmazdı.

Mimarlıktan, grafik tasarım ve sinemaya, tüm yaratıcı disiplinlerde süreç benzer şekilde işler. Steven Spielberg, Christopher Nolan ve Quentin Tarantino gibi usta yönetmenlerin filmleri kendilerinden önceki yönetmenlere saygı duruşu niteliğinde göndermeler içerir. Yarattıkları filmler, izledikleri binlercesinden aldıkları etkileşimin kendi algıları ve deneyimleriyle birleşmesiyle oluşur.

George Lucas, Star Wars serisinin her filminin açılış sekansında kullandığı imza niteliğindeki yukarıya doğru akan yazıları, Flash Gordon ve Buck Rogers televizyon dizilerinin bölüm başlarında kullanılan açılış metinlerinden çaldığını söylüyor. Ehem, pardon “esinlendim” diyor yani. Yine kendi sözlerine göre, Star Wars destanının çoğunu yazması için esin kaynağı da aynı diziler.Flash Gordon, 1940
Star Wars, 1977

George Lucas bir hırsız mı? Elbette hayır. Aynı zamanda tarihi destanlara ve Japon sinemasına da büyük ilgi duyan Lucas, tüm bahsedilenlerin yanında yaşamı boyunca gördüğü, duyduğu, okuduğu, kokladığı, hissettiği her şeyi bir araya getirerek 45 yıldır yüz milyonlarca insanı etkisi altına alan eşsiz bir eser yaratan, insanlık tarihinin tartışmasız en başarılı yaratıcılarından biri. Elbette bunu da tartışacak birileri bulunur, ama ben onlardan biri değilim neyse ki.

Yaratıcılar ve tasarımcılar olarak bizler de, bizden önceki ustaların bıraktıkları mirastan beslenerek üretiyoruz. Bauhaus ve konstrüktivistler olmasa, günümüz modern tasarım anlayışı aynı yerde olmazdı.

Çalmanın 50 Tonu
Yaratıcı kariyerinizde ilerledikçe, çalma ve çırpma biliminde de ustalaşırsınız. “Çalıntı mı, değil mi?” sorusunun cevabı çok kolay. Bu soruyu kendinize sorduğunuzda ne cevap veriyorsunuz? “Bu iş bana ait” diyebiliyor, altına imzanızı atabiliyor ve gece rahat uyuyabiliyorsanız çalıntı değildir. Durumunuz kendinize bile yalan söyleyecek kadar vahimse hatırlatmakta fayda var, gerçeklerin mutlaka ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır. Dünya büyük, ama internet küçüktür. Er, ya da geç. Ama mutlaka.

Kolay cevap yeterli gelmediyse, gelin yaratıcılıkta çalmanın 50 tonundan 5’ine biraz daha yakından bakalım:

Junior Hırsız
Öğrenmek için her yol denenebilir. Başka yaratıcıların düşünme yollarını görmek, iletişim problemlerine nasıl yaklaştıklarını ve nasıl çözümler ürettiklerini öğrenmek için o işleri taklit ederek yeniden üretebilir, kısaca çalabilirsiniz. Altına imzanızı atarak sergilemediğiniz ya da bir müşteriye satmaya kalkışmadığınız sürece kimse sizi tutamaz. Esinlenmek için tasarımın ötesine bakmak ve diğer disiplinlerden çözümleri incelemek ise, zihin açıcı olduğu kadar, kendi bağımsız sesinizi bulmak için de eşsiz bir fırsattır. Deneyimli yaratıcılar olarak en sevdiklerimiz Junior Hırsız’lardır. Araştırmacı ve deneyci ruhlarını yetenekleriyle birleştirebilirlerse kalplerimizi ve boş koltuklarımızı kolaylıkla çalabilirler.

Amatör Hırsız
Yüzlerce binlerce kaynaktan ‘çalarak’ izini kaybettirmek yerine, tek bir kaynaktan çalarak cemiyete rezil olan Arsen Lümpen’ler. Bir zamanlar politik mizah yaptığım milyonlarca insana erişen, uluslararası ve ulusal medyada haber olan bir blog’um vardı. Amatör hırsızlardan biri, sayfada ürettiğim tüm işleri, blog logomu silmek dışında hiçbir şey değiştirmeden kendisi için açtığı başka bir sayfada paylaşıyordu ve binlerce takipçisi vardı. Sadece benim işlerimi paylaşıyordu ve işlerin altına “Bunu tasarlarken şöyle düşündüm” gibi yorumlar da yazıyordu. Kendisine yaptığının hırsızlık olduğunu uzun süre anlatmaya çalıştım. Anlayacak gibi görünmediği için platforma telif ihlali bildirimi göndererek sayfasını kapattırdım.

Çılgın Hırsız
Örneklerle anlatmaya çalışayım. Mesela aynı çatı altında çalıştığı kendisinden daha deneyimsiz yaratıcıların işlerinin yazıcı çıktılarını masalarından çalarak ajanstaki tüm yönetici odalarına doğru karizma puanı toplama deparına çıkabilir bu çılgınlar. Mesela kendileri kadar sultanın gözdesi olmayan yaratıcıların müşteriye sunulmuş ve satılmış işlerini sümenaltı ettirerek kendi yaratımlarıymış gibi kampanyaya dönüştürebilirler. Mesela ekranınızın arkasından kafalarını uzatarak “Güzelmiş bu, hangi müşteri için?” diye sorup, birkaç gün sonra sizden çalarak başka bir müşteriye satabilirler. “Büyük” ajansların kreatif direktörleri sıklıkla bu tip maharetli ve iş bitirici insanların arasından seçilirler. “Çalıyor ama çalışıyor” lafının pek sevildiği Yeteneksiz Bay Ripley’lerin ülkesi için olağan durumlar.

Etik Hırsız
Hırsızlığın etiği mi olur? Elbette. Özellikle reklam ajansı art direktörleri, işin doğası gereği her türlü popüler kültür ürünü ve sanatsal projeyi tasarladıkları kampanyalarda malzeme olarak kullanabilirler. Söz gelimi, bir illüstratörün kişisel projesi, bir otomobil markasının reklam kampanyası için esin kaynağı olabilir. Etik olan, art direktörün sanatçıya ulaşarak görseli o illüstratöre komisyon etmesi ve işin künyesi dahil her yere ismini eklemesidir. Bu yol herkesi yüceltir ve herkese kazandırır.

Patetik Hırsız
Etik olmayan, ki Türkiye gibi üçüncü dünya ülkelerinde geçerli olan bu yoldur, aynı işi çok daha düşük fiyata kopyalayabilecek başka birine vererek, “Bunun gibi olsun” demektir. Daha önce belirtmiş olduğum gibi, Türkiye’de en hızlı biçimde yaratıcı yönetmen olmanın yolu, sıklıkla işte bu kadar ahlaksız olmaktan geçer. Etik ve pat-etik. 3 harf her şeyi nasıl değiştiriyor değil mi?

70’lerin başlarında California’lı genç yönetmen George Lucas, hayranı olduğu Flash Gordon’ın yeni bir sinema uyarlamasını yapmak ister ve film haklarını satın almak için girişimde bulunur. Ancak istenen rakam ödeyebileceğinin çok üstündedir. Bu nedenle vazgeçer ve kendi fantastik evrenini yaratmaya karar verir. Hakları alabilseydi ve başkaları tarafından yaratılmış olan Flash Gordon’ın bir filmini daha çekebilseydi, belki yetenekli ama kimsenin adını duymadığı isimsiz yönetmenlerden biri olacaktı. Hikayenin devamını hepimiz biliyoruz.

Elbette uyarlama yapmakla çalmak aynı şey değil. Ama ikisinin de ortakn oktası, ortaya çıkan üretimin tamamen size ait ve benzersiz bir iş olmaması. Dünyanın en iyi araklamacısı ya da uyarlamacısı olmaktansa, benzersiz işler üreten özgün bir yaratıcı olmak hedeflenmeli.

Tasarımda çalmanın sınırı yoktur ve kolaydır. Başkasından çaldığınız, uyarladığınız ya da cover’ladığınız tasarımlarla belki bir süreliğine popülerlik, bir ünvan ya da ticari başarı elde edebilirsiniz. Ama başkalarının emeğine ve yeteneğine dayanan bu temelsiz başarı, risklerini de beraberinde getirir. Sağlıklı ve uzun ömürlü bir yaratıcı kariyer istiyorsanız, uslu bir çocuk olun ve mutlaka kendi fantastik evreninizi yaratın. May the force be with you.

Cevap 2

Sanem Özkan / Designer & Academician

“Tasarımda çalmanın sınırları nedir?” sorusunun cevabı için daha temel başka bir sorundan hareket etmemiz gerekmektedir. “Sanatta çalmanın sınırları nedir?” Bu soruyu da; eserin doğası, sanatçının doğası ve ahlakın doğası şeklinde üç düzeyde ele almak gerekmektedir.

Sanat, özne olarak sanatçının maddi ve kültürel çevresindeki şeylerle arasında kurduğu “yönelim” ilişkisinden kaynaklanmaktadır. Sanatçının bir ağaca olan bakışı, toplumsal bir olaya veya olguya karşı geliştirdiği duyguların veya kendisini arama çabası nihayetinde bir eser şekline bürünmektedir. Örneğin edebiyatçının içinde yaşadığı toplumla olan kimi zaman uyumlu, kimi zaman başkaldırı çelişkisi, kompozitörün seslerle olan aynı çelişkili ilişkisi veya bir ressamın gördükleriyle olan imgelem ilişkisi, sanatçı ve eser arasındaki bağı kuran özgünlüğü belirler. Özne olan sanatçının belirli bir “şey”e yönelimi ve yönelimin biçimi bir sonuçla nihayete ermeli, ortaya bir eser çıkması gereklidir. İşte bu eserin ortaya çıkış sürecindeki tüm zihinsel ve teknik çabanın özgünlüğü; eseri “biricik!” statüsüne yükselterek, tekrar edilemez bir nitelik kazandırmaktadır. Suç ve Ceza ne kadar basılsa da, ne kadar yeni dile çevrilse de hiçbir zaman tekrar edilemeyecek bir statüde kişilik kazanmıştır. Pablo Picasso tarafından yapılan Guernica eserinin tüm reprodüksiyonları izleyiciyi aslına yöneltir. 

Eserle birlikte sanatsal süreç nihayete kavuşmuş gibi görünse de aslında yeni başlar. Ortaya çıkan ve biricik olan eser artık başka sanatçıların kendi dünyalarında ilişkiye girdikleri yeni bir görüngü, uyarandır ve içerisindeki zihinsel ve teknik süreçlerin tamamı kritik edilmeye geri dönüşü olmaz bir biçimde açılmıştır. Guernica hiçbir zaman tekrar edilemeyecek bir eser olsa da başka eserler için zihinsel ve teknik bir yol açmıştır. Sanat tarihinin uygarlık/insanlık tarihiyle bir olması da bu sebepledir.  

Çağlardır devam eden bir etkilenme, uyarlama, benzetme, karşı geliş ve eleştiri hemen tüm eserlerin içerisinde bir noktaya kadar kendini hissettiren bir durum olarak karşımızdadır. Etkilenme ve esinlenme ilişkisinden kaynaklı olarak; görsel sanatları mağara resimlerine, işitsel sanatları kabile ayinlerine kadar takip eden birçok antropolojik çalışma bulunmaktadır. Konumuz açısından baktığımızdaysa bir eser için az veya çok bir şekilde başka bir esere ihtiyaç duyulduğu ortaya çıkacaktır. Tam da bu noktada sorumuz olan çalmanın sınırları ortaya çıkmaktadır. Tek, özgün ve biricik olması şartıyla “eser”in ortaya konması için yapılabilecek tüm çalma! etik olarak kabul edilebilir. Neredeyse tüm Rönesans Sanatı Klasik Yunan’ın bir uyarlaması, kimi zaman bizzat aktarılması olduğu gerçeği rönesansın değerini düşürmez aksine yükseltir. Sorunu ortaya çıkaran durum, o halde başka bir eserden yola çıkarak yeni bir eser ortaya koyma eylemi olamaz. Problem sanatsal sürecin sonunda ortaya “eser” yerine “ürün”ün çıkmasıdır. 

Eserin tam aksine, biricik olmayan ve tekrarlanabilmesi için yapılan ürünler gündelik hayatımızda hemen hepimizin kullandığı metalar şeklinde yer almaktadır. Metalaşan sanat, özeldeyse metalaşmış tasarım; sadece ve sadece para kazanmaya, kariyere vb. yönelik hareket edilmesi neticesinde ortaya çıkmaktadır. Sanat olarak tasarımda çalmanın sınırları burada belirginleşmektedir. Orijinal zihinsel ve teknik emeğin kim veya kimler tarafından verildiği umursanmamadan yapılacak en küçük bir alıntı, esinlenme bu açıdan çalmanın sınırlarının ötesine geçen nitelikte olmaktadır. Başka bir anlatımla sanatsal sınırların ötesinde, sadece ekonomik kaygılarla, ahlak dışı bir yönelim bize çalma ve esinlenme çizgisini göstermektedir. 

Eserin biricik doğasının yanında tasarımcının başka bir tasarımcının eserinden esinlenmesi veya kritik yapması sürecinde harcayacağı zihinsel ve teknik emek çalmanın sınırlarını çizen bir belirleyicidir. Emeğin bir biçimi olarak fikrin ortaya çıkması, esere yönelik harcanan emek zamanı ve bu emeğin niteliği tasarımda çalmayı anlayabileceğimiz parametreler sunmaktadır. Sanatçının, kendi tarzını dünyayla kurduğu ilişki üzerinden ve kendi emeğiyle ortaya koyduğunda, orijinal ilhamı da yansıtabilmesi mümkün olmaktadır. Bu durumun aksi olan süreçlerdeyse sadece bir ürün ortaya çıkarmaya yönelik bir girişim olacağından ahlak dışı algılamak gerekmektedir. 

Yaratıcı fikirlerin/ürünlerin ve farklı tasarımların ortaya çıkışı, tasarımcının sahip olduğu birikimleri, yeni özgün fikirlerle bezenmiş olarak eserlerinde ortaya koymasıyla gerçekleşmektedir. Beğenilen tasarımları, kendi birikim ve düşünceleriyle yorumlayarak tekrar hayata geçirmek çalmak değil edinilen fikri, bilgi birikimi ile farklı bir şekilde, yine kendisine ait bir eseri ortaya çıkarmaktır. Sanatsal üretimde her yeniden yaratım, kopya bile olsa yeniden bir inşa ve yorumdur. Yeniden yorumlayarak tasarlamak, eserin yeni yönlerini oluşturmaktadır. Bir tasarımcının bir başka tasarımcıdan alıntı yapması, onu tekrar etmesi ayrıca eserle içerik arasında bağlantı kurarak sanatçıdan farklı bir bakış açısıyla esere yaklaşması bir başka deyişle sanatçıdan esinlenmesi, tasarımda çalma olarak görülmemesi gerekir. Orijinal eserdeki zihinsel ve teknik emeğe saygı duyarak, kendi gerçekliğini bu eser üzerine/üzerinden kurmak, esinlenilen eserin değerini daha da yükseltecek bir eylemdir. Ancak emek etmeksizin sadece iş yetiştirme, maddi gelir veya kariyer gibi kaygılarla başka birinin tasarımını fikirsel düzeyde bile kullanmak tartışmasız hırsızlık olacaktır.  

Açıkçası, çalmak ve ilham almak arasında bir çeşit ince çizgi vardır. Ama bu çalmak ve esinlenmek arasındaki ince çizgide belirleyici olan son bağlamsa kişinin sanatçı olarak ahlakıdır. Sınırı da burada sanatsal nitelikteki zihinsel ve teknik emek oluşturmaktadır. Başka bir eser için sadece harcanan emeğin zamanına değil, bununla beraber niteliğine de (yaratıcılık gibi) saygı duymak nihayetinde kendi emeğini saygıdeğer kılacak iş ahlakını oluşturmaktadır.

Çalma ve esinlenme çizgisinin doğru tarafında kalarak özgün, tasarıma farklılık katan eserler ortaya koymanın ahlakı da buradan kaynaklanmaktadır. Daha basit bir anlatımla sanatsal ve estetik kaygıları görmezden gelerek yapılan işlerin birileri tarafından kabul edilmesi hatta desteklenmesi, “herkes böyle yapıyor”, “bu paraya ancak bu yapılır”, “zamanım az” gibi söylemlerle meşru kılınma çabası ancak hırsızlığa kılıf üretmektir. Tasarımcının emeği çaldığı gerçekliğini ve ahlaksızlığını gidermez.

Sonuç olarak sanatın ve eserlerin niteliği ile toplumsal ve kişisel ahlak arasındaki farklılık tasarımda çalmanın sınırlarını belirleyen iki referans noktası olarak kaydedebiliriz. Özgün fikirler ve yaratıcı teknikler sadece ve sadece sanatçı olan tasarımcının kendi emeğiyle ve/veya kişisel ahlaki değerlerle de esinlendiği eserlere olan saygıyla yücelebilir ve tasarımcı sıfatına layık olabilir. Bu sınırlar haricindeki işlerin getirisi ve toplum tarafından kabul edilmesi ne düzeyde olursa olsun, herhangi bir ticari metadan, bu işleri yapanlarınsa tacirden başka sıfatla anılmasından öteye gidemez.

Cevap 3

Emrah Doğru / Creative Director


Neden Çalarız?
İllüstrasyon, Bengisu Demirkaya

Konu başlığı ilginç. Bir o kadar da anlamlı. Tasarımda çalmanın bir sınırı olduğunu düşünmüyorum. Konu çalmak ise hangi uygulamalı sanat olursa olsun üreticinin çalma konusunda kendine bir ket vuracağını düşünemeyiz. Buradaki esas mesele neden çalmaya başvurulduğudur? Yaratıcı edim içsel bir imgelem konusudur. Bir başka deyişle üretenin kendi imgesel dünyası ve bu dünyayı dışavurumsal bir itki ile biçimsel forma dönüştürme kapasitesinden bahsediyoruz.

Hal böyle olunca çalmanın aslında yaratıcı faaliyette yeri yoktur. Yaratıcı edim eğer size uğramıyorsa başvuracağınız şey içsel imgeleminiz değil, bu içsel imgelemi kendi yolu ile dışa vurmuş bir takım yaratıcı bünyeler olacaktır. Tasarım merkezli işler genel olarak bir problemin anlaşılması ve çözümü ile ilgili gözükebilir. Aslında böyle değildir. Meseleye daha yakından bakacak olursak, temel konu iletişime geçebilecek ve üreten ile bakan(alıcı) arasında yeni bir düzlem oluşturacak görsellikte üretimler yapmaktır. Bunun önemi çok anlaşılmıyor gibi geliyor bana. Günümüzde hatta her dönem “trend” denen kavramlar belki de içsel imgelememize önemli darbeler vuruyor. Beğenilme ve kabul görme biz tasarımcıların adeta paralize olmasına sebebiyet vermekte. Dolayısla, kendi olma hali, bireysel farkındalık ve bunu yaratıcı bir şekilde ifade etme alanımızı çok zorluyor. 

Genç tasarımcıların bu tuzağa fazla düştüğünü görebiliyoruz. Geride kalmamak, genele uymak, beğeniyi toplamak hatta belki de en çok arzu edilen ödül toplamak gibi konular, yaratıcı faaliyetin suyunu bulanıklaştırıyor. Böyle bir ortamda tasarım ekosistemine daha hızlı girmek istiyoruz. Sistemin ürettiği bakıştan ya da beğeni havuzundan faydalanmak istiyoruz. Ama şu bilinmelidir ki – esas yaratıcılık faaliyetlerinden bizim gördüğümüz– hayatımıza girmiş ve genel olarak üstad dediğimiz tasarımcıların hiç biri “trend” çukuruna düşmemiştir. Referansları hep kendi içsel imgelemleri olmuştur.

İllüstrasyon, Bengisu Demirkaya  

Yaratmak Mümkün mü?

Bu kişiler duyarlı kişilerdir. İçsel karşılaşmaları olağan ve tutkulu kimselerden bahsediyoruz. Duyarlı olmak kendinin farkında olmaktır. İçinde olup bitenleri takip etmektir. Objektif bir seyir halidir... Bu içsel devinimi takip etmektir. Bizi biz yapan özel ya da benzersiz farklarımız var. Dünyayı algılama biçimimiz hepimizin farklı. Bu fark biçimsel olarak ifademize de yansır. Tutku burada devreye giriyor. Yaptığımız şeye karşı ne kadar tutkuluyuz. Bu tutkunun peşinden gidebiliyor muyuz? İrade gösterebiliyor muyuz? Gerçek yaratıcı edim acı barındırır. Var etme ve var olma acısını üretimimize yansıtarak bireysel yankımızı da göstermiş oluruz. Tarihin tüm önemli yaratıcıları bu acıdan beslenmiş, bu acı ile coşkuyu yakalamış ve kendi benzersiz biçimsel ifadelerinin peşinden koşmuştur. Grafik tasarım tarihinde de bu durum farklı değildir. Yeni formlar yeni ifade yolları teknolojinin gelişmesiyle farklılaştı. Yine de içsel imgelem dünyamızı var etmek hala aynı düzlemde. 

Rollo May’in kitabına da isim babalığı yapan en önemli kavramlarından birine de bakmamız iyi olur: Yaratma Cesareti. Rollo May kitabında: 

“… Bu, bizi tüm cesaret çeşitleri içinde en önemlisine getiriyor. Moral cesaret yanlışların düzeltilmesiyken, onun kontrastı olan yaratıcı cesaret yeni bir toplumun inşasında yeni biçimlerin, yeni sembollerin, yeni modellerin bulunmasıdır. Her uğraş yaratıcı cesaret gerektirebilir ve gerektirir . Günümüzde, teknoloji ve mühendislik, siyaset, iş dünyası ve kuşkusuz eğitim, tüm bu uğraşlar ve diğer birçoğu, köklü bir değişimin ortasındalar; ve bu değişimi değerlendirecek ve yönlendirecek cesur insanlar gerekmekte. Yaratıcı cesarete duyulan gereksinim, uğraşın geçirmekte olduğu değişimin derecesiyle doğru orantılı.“

Gerçekten de bizim cesur insanlara ihtiyacımız var. Yaratmanın coşkusuna ve ifadenin biricikliğine olan ihtiyacımız günümüzde de sürmekte. Bu ihtiyaç biz tasarımcıların kendimizle daha fazla vakit geçirmemiz gerektiğini de söylüyor. İhtiyaçlarımız ve algılarımızla biçimsel tavrımızı geliştirmeliyiz. Çalmak ya da çalmak için mesaimizi yok etmek bizi hiç istemeyeceğimiz kötü bir kariyere doğru sürükleyecektir. Atıl ve cılız bir imgelem dünyamız oluşacaktır. Çalmak takip etmek değildir. Çalmak işten kaçmaktır. Üretimi basitleştirmek, ürettiğimiz şeyden zevk alamayacağımız bir düzleme doğru sürüklenmektir. Çalmaya sınır koyamayacağımız gibi, tam aksi yöndeki faaliyet olan içsel imgeleme de sınır koyamayız. İçten gelen bir görme biçimi hiç var olmamış biçimsel bir tavırdır. Özeldir. Bize aittir. İllüstrasyon, Bengisu Demirkaya

Yapmamız gereken –özellikle mesleğe henüz profesyonel olarak başlayan meslektaşlarımız için– iyi tasarım dediğimiz ürünlere yakından bakmak ve üreticinin tavrını, bağlamını anlamak olmalı. Neden, nasıl bir yaklaşım ile işe yaklaştığını, referanslarını ve kendi biçimsel tavrını nasıl yansıttığını incelemek olmalı. 

Rollo May, kitabında yaratıcılık nedir diye soruyor:

…Yaratıcılığı tanımlarken, bir yandan sahte biçimleriyle -yani, yüzeysel bir estetizm olan yaratıcılıkla- arasındaki ayrımı ortaya çıkarmamız gerekir. Diğer yandan da yaratıcılığın otantik biçimini -yani, yeni bir şeye varlık kazandırma sürecini. Can alıcı ayrım, yapmacıklı (“hüner”de ya da “oyun”da olduğu gibi) sanat ile has sanat arasındaki ayrım. 

Sanat ve has sanat ayrımı yapıyor May. Biz grafik tasarımcılar sanat icrasında değiliz. Evet bu bir gerçek. Fakat diğer gerçek ise sanattan referans alan bir düzlemdeyiz. Bu düzlem bizi sanatın –has sanat– dahil olduğu yaratıcı edimden çekip koparamaz. Her dönem, kendi ortamında bu soruyu sormuştur. Lev Tolstoy,

Sanat Nedir
Kitabında bu amansız sorunun içine derinlemesine dalmıştır. Has sanatın, üreticinin bir duyguyu kendi imgeleminde hayata geçirdiğinde icra edildiğini söyler. Görüldüğü gibi, bizim görme biçimimiz içsel imgelememizden referans alır.

İllüstrasyon, Bengisu Demirkaya

Sonuç Yerine
Çalmak bir köşede, üretmek ve ifade etmek bir köşede bizi bekliyor. Yapmamız gereken, İrademizi, coşkumuzu ve merakımızı ifade etmek için kullanmak olmalı. Grafik tasarım bir trend işi değildir. Trendlerden de etkilenmemelidir. Türkiye ve Türkiye benzeri tasarım ortamı oturmamış coğrafyalarda trendlerin amansız çukuruna düşülüyor. Zengin bir kültürel dokuda yaşadığımızı unutmamız gerekir. Eski dünyanın çok kültürlü dokusunu iyi bilmemiz icap ediyor. Kendimizi bir başkasının imgelem dünyasına teslim etmeden, çalmadan ya da çalmaya yeltenmeden neler üretebileceğimize bakmalıyız. Ben buna her zaman yetkin olduğumuzu düşünüyorum. Genç arkadaşlarımızın bu durumu değiştireceğini düşünüyorum.

Çalışalım, üretelim, üretimin acısını hissedelim. Ve bu zorlu sürecin çıktısının bizimle ilgili yeni bir forma dönüşmesini seyredelim.

Cevap 4

Ferhat Meşhur / Graphic Designer & Vice President of GMK


Tasarımda ‘çalma-esinlenme’ eylemi, hâlen klasik bir ikilem olarak, kapitalizmin meşru çocuğu olan tasarımın Endüstri Devrimi sonrası ortaya çıkışından bu yana, tartışmalı bir konu olmaya devam ediyor. Bu kısa yazıda, önce modern anlamda tasarımın ortaya çıkışıyla birlikte ‘esinlenme’nin başlangıç sebepleri, sonrasında ise günümüzdeki uluslararası etkileşimin artmasıyla beraber iyice gündemimize yerleşen ‘esinlenmek-çalmak’ arasındaki sorunlu ilişkiyi tartışmaya çalışacağım. Tartışmamın temelini de, anlamsal olarak sorunlu bulduğum “çalmanın sınırları” olarak değil, çalmak-esinlenmek ikilemi üzerine kuracağım.

19. yüzyılda buhar ve kömür gücü ile artan ulaşım sadece fikirlerin değil, aynı zamanda endüstri ürünleri, moda ve grafik tasarımın dahil olduğu, gittikçe artan emtia üretiminin tüm dünyaya yayılmasını sağlamıştır. Bu sadece malların basit bir dağıtımı şeklinde değil, aynı zamanda tasarımın da farklı coğrafya ve kültürler tarafından etkileşime girdiği bir süreci başlatmıştır. Dolayısıyla bir ürünün belirli bir pazara girmesi için, o pazarın tasarım kodları kullanılmaya başlanmıştır. Örneğin 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda satılan Alman sigara ambalajları, Alman kültürel kodlarına göre değil, Osmanlı tüketicilere cazip gelmesi için tasarlanmıştır. Aynı şekilde, gene Osmanlı tüketicisi için, özellikle Venedik’te basılan kitapların, yerel okuyucunun alışık olduğu nesih yazı karakteri ve serlevhalı, etrafı cetvelli klasik sayfa düzeni ile üretilmesi akılda tutulmalıdır.

Bir tür ‘tasarımda esinlenme’ olarak adlandırılabilecek bu dönem, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası tasarımın fikrî bir mülkiyet sayılması ve yasa ile korunması anlayışını doğurmuştur. Her ne kadar bilimsel buluşlar ve ürünler için patent alınması çok daha önce gerçekleşse dahi, daha soyut olan tasarım ürünlerinin hakları görece yeni sayılabilir. Şüphesiz tasarımın profesyonel bir meslek olarak kabul edilmesinin de bunda payı büyüktür. Günümüzde ise tüketim toplumu, mal ve hizmetlerde artan üretimin sonucunda, her türden tasarım ürünü dünyanın her yerinde neredeyse eş zamanlı olarak görülebiliyor. Artık bir ‘tık’ ile, her tür tasarım ürünü ekranda belirebiliyor. 

İçinde yaşadığımız 21. yüzyılda emtianın pazarlanması ve satışı için artık sadece üretilmesi değil, aynı zamanda iyi tasarlanması da bekleniyor. Burada bahsedilen tasarımın, eskiden olduğu gibi ürünlerin niteliği ve kullanışlılığından öte, satışın ana unsuru haline gelmiş olmasıdır. Mücevherler, sandalyeler, logolar, meyve sıkacakları, elbiseler aslında birbirinin benzeri olan binlerce üründen, sadece tasarımları sayesinde ayrışabiliyorlar. Bu da bizi, günümüzde de devam eden tasarımda çalma ve bunu sınırlarının ne olduğu fikrine getiriyor.

Çalmak fiili, TDK’de “başkasının malını gizlice almak, hırsızlık etmek, aşırmak” anlamında kullanılır. Buradaki ‘başkasını malı’ yerine ‘tasarım ve uygulama fikri’ni de eklersek, başta bahsedilen karmaşanın ne olduğu anlaşılabilir. Çünkü artık çalınan somut bir ürün değil, soyut bir tasarım fikri-kavramıdır. Bu durumda çalınan şeyin logo, ofis sandalyesi ya da meyve sıkacağı olması pek fark etmez, çünkü önemli olan bunun tasarımı için belirli bir yatırımda bulunmuş firmanın ticari haklarının gaspıdır. Buna örnek olarak 1980’lerden beri Uzakdoğu’da üretilen ve ‘taklit kapitalizmi’ olarak adlandırılan birçok ürün düşünülebilir.

Ancak burada ince bir ayırım söz konusudur. Zira yapılan şey ‘çalmak’ değil, ‘esinlenmek’ olarak da değerlendirilebilir. Bir tasarımcı bir işe başlamadan önce, o sektör ya da ürün grubu için başka tasarımcılar tarafından neler yapıldığına bakar. Diğer tasarımcıların nasıl çözümler ürettiğini, ne tür uygulama fikirleri ile bunları hayata geçirdiğini araştırır. Bu, tasarımın doğal bir sürecidir. Varılacak sonuçta, gördüklerinin bir etkisi, doğal olarak, bulunabilir. Asıl sorun, bu etkinin başka bir tasarımcının çözümü ile ne derece benzeştiğidir. Şüphesiz bunun için bazı hukukî normlar vardır. Bu normlar için de o tasarım dalı ile ilgili meslek kuruluşlarının fikirleri alınarak sonuca varılır. Örneğin, grafik tasarımla ilgili bu türden yasal sorunlarda Grafik Tasarımcılar Meslek Kuruluşu (GMK) mahkemeler tarafından resmî olarak tanınır ve fikirleri kabul edilir. Bir tasarım ürününün başkası tarafından çalındığı ya da sadece bazı benzerlikler bulunduğu, yani esinlendiği, diğer başka profesyonel tasarımcılar tarafından, meslek normlarına uygun olarak, tanımlanır.

Sonuç olarak, bir tasarım ürününün çalınması ya da esinlenilmesi, ‘Janus’un Yüzü’ne benzetilebilir. Her zaman bir arada bulunacak ama asla aynı yöne bakmayacak iki farklı durum, tasarım sektöründe çözümü kolay olmayan sonuçlar yaratmaya devam edecek gibi görünüyor. Kişisel düşüncem, başka tasarımlardan esinlenmenin değil çalmanın, bir tasarımcının kişisel vicdanı ve mesleğe duyduğu saygıyla ilgili olduğudur. Bunun sebebinin belki ağır iş yükü, zihinsel tembellik ya da kendine güven eksikliğinden olmasının bir özür değil, eninde sonunda kişisel bir tercih olduğu ve bunun da mesleki sonuçları olacağı akılda tutulmalıdır.

Cevap 5

Miraç Güldoğan / Designer


Şu bir gerçek ki şu an yapabildiğim birçok şeyi grafik tasarımın ustalarını taklit ederek, bazen çizdiklerini tekrar tekrar aynı mükemmellikte çizmeye gayret ederek öğrendim. Öğrencilik zamanlarımda farklı disiplinlerdeki sanat ve tasarım öğrencileri de aynı şekilde taklit ediyorlardı. Müzisyen adayları yeni eserler üretmeden önce, diğer müzisyenlerin eserlerini çalmaya, onların yöntemlerini çözmeye uğraşıyorlar, ressam adayları farklı fırça ve pentür tekniklerini öğrenmek için sayısız röprodüksiyon üzerinde denemeler yapıyorlardı. Öğrenmenin en iyi yollarından biri bizden önce olup biten sanatsal üretimi anlamaya gayret etmek, onları kopyalamak olabilir ve aslında bu da git gide zorlaşıyor. İnsan yaşamını devam ettirdiği sürece kültür ve sanat mirası büyüyor, yeni gelen her nesil daha büyük bir mirası tasnif etmek, algılamak, onun içinden iyiyi, güzeli, doğruyu, yanlışı kendince ayırt etmek zorunda kalıyor.

Van Gogh kardeşi Teo için yazdığı bir mektupta şöyle diyor,

“Sanatçı olarak sadece zincirin bir halkasısın, bulduğun ya da bulamadığın her neyse, huzuru orada bulabilirsin.”

Aklımızdan çıkarmamamız gereken şey bence şu; yeni ne üretirsek üretelim aslında gerçek bir yenilikten söz edemiyoruz. Hangi alanda üretim yaparsanız yapın bilerek ya da bilmeyerek bu mirastan beslenmek zorundasınız. Ancak bunu yaparken bir sorumluluğun farkında olmak gerekiyor, üretiminiz ile siz de sizden sonraki mirasa dahil olacak niteliğe ulaşmak zorundasınız. Aslında çalma ya da “esinlenme” dediğiniz eylemin sınırını belirleyen de sizi zincire bir sonraki halka olarak ekleyen de bu bana göre. 

Hangi çağda yaşıyoruz?
İçinde yaşadığımız zamanı farketmek geçmişi fark etmiş olmak kadar önemli. Günümüzde her şey gibi sanat ve tasarım üretimi de çok hızlı ve tuhaf bir yolda ilerliyor. Aslında postmodernite ile birlikte artan, özellikle iletişim ve tasarım alanlarında belirgin olan zamanın ruhunu, “trend”leri yakalama arzusu, hatta belki de zorunluluğu biz tasarımcıları hem dar bir alana sıkıştırıp birbirine benzeyen işler üretmeye zorluyor hem de özgün tasarımlar talep ediyor.

Biliyoruz ki önümüzdeki yıl/yıllar kitleler hangi müziği dinleyecek, hangi renkleri kullanacak, hangi yemekleri daha çok tüketecek, nasıl giyinecek, ne tarz filmleri, dizileri izleyecek birileri tarafından planlanıyor ve bu doğrultuda ciddi yatırımlar yapılıyor. Siz ister bir müzik üreticisi olun ister bir moda tasarımcısı eğer ürününüzden aynı zamanda maddi bir kazanç beklentiniz varsa bu güçlü akıntıya kayıtsız kalamıyorsunuz. Bu taklit işler üretmeniz gerektiği anlamına mı geliyor peki? Elbette “hayır!” Ama bu durumda yepyeni kurallar koyup, tamamen yeni bir üretim yapmanız mümkün mü? Bana sorarsanız ona da elbette “hayır!” demek zorundayım.

Bireysel sanat üretimini ayrı tutarak söylüyorum, eğer karşınızda “diğerleri” ile yarışmak için sermaye koymuş bir işveren varsa çoğu zaman onun önceliği doğru iletişim ile ticaretini kazanca çevirmek oluyor. Siz de onun için bu iletişimi tasarlayacak olan müşteri elçisi oluyorsunuz. O zaman kullanmanız gereken dil sizin diliniz değil, müşterinin anlayacağından emin olduğunuz dil oluyor ve üretim süreciniz oldukça dar bir alanda başlıyor. Burada doğru dili yakalamak için doğru kılavuzlar seçmek çok önemli. Özellikle bağımsız çalışan bir tasarımcı iseniz ve elinizdeki işin beklentisine uygun multidisipliner bir ekip kurma imkanınız yok ise yapmanız gereken şey dünyada bu ekipleri zamanında kurma imkanı bulmuş ve kaynaklarını büyük bir cömertlikle bizlere sunan tasarım üreticilerini yakından takip etmek. Bu renk, tasarım trendleri, tipografi, layout kullanımları, web siteleri veya mobil aplikasyonlardaki yenilikler vs. gibi sayısız alanda olabilir. Bu alanlardaki doğruları iyi ayırt edebilirsek öncelikle işverenin müşterisi ile doğru iletişimi için gerekli üretimi yapabilecek yapmış oluruz. Geriye bir tasarımcı olarak bizim özgünlük ve yaratıcılık kaygımız kalır. Bunun için de yine sanatsal beslenmemize dikkat etmeliyiz. Farklı disiplinlerden beslenmek oldukça işe yarayabilir. Bir filmden, şiirden etkilenip logo tasarlamak kulağa nasıl geliyor bilemiyorum. Ancak bir çok başarılı tasarımın üretim hikayesinde bu tür çağrışımların var olduğunu biliyoruz.

Çağımız hem tasarım, hem de ilham kaynağı enflasyonunu barındıran bir çağ. Bu çağda önceki dönemlere göre işler daha karışıkmış gibi gözükse de esinlenmekten korkmayan, farkındalığı yüksek olanlar ve üretimine kendinden değer katanlar doğru işler yapmaya devam ediyor. Çağın bir getirisi de genelde bir tasarım ürününde kendi disiplinindeki farklı işlerden yoğun etkiler bulunuyorsa bir şekilde farkına varılıyor ve hemen bu anlamda eleniyor. Ancak burada da hassas olmak gerekiyor. Bir boomer gibi internet dünyasına sayıp dökmek istemem elbette. Onun getirilerini ve gerekliliğini anlamıyor değilim. Fakat internetin hayatımıza getirdiği bir çok sorun da var. Sonsuz eleştiri hakkını hemen her konuda yetkin olan, olmayan ellere bol keseden dağıtması bir sorun bence. Bu durum toplum olarak bolca neferini barındırdığımız linç kültürünün ateşini harlıyor adeta. Hiç bir şekilde çalma eylemine yeltenmeyecek olgunlukta ve yeterlilikte tasarımcılar, müzisyenler, sanatçılar linçe kurban giderken, üretimini tamamen başkalarından alıntılar üzerine kuranlar baş tacı edilebiliyor. Belki zamanla bu farkındalık gelişir diye düşünemeyecek kadar gerçekçiyim. Ancak en azından bir üretimin boşuna linç yediğini fark edecek bir kitlenin bir yerlerde var olduğunu da düşünecek kadar iyimser olmak istiyorum…

Nasıl bir üretim?
İnternetin getirdiği bir nimet olarak bir çok tasarım bloğu, açık kaynak ve kütüphaneler, hemen hemen her konu ile ilgili ilham veren web siteleri elimizin altında duruyor. Söylediğim gibi bu ortam bizden öncekilerin üretim ortamıyla kıyaslandığında inanılmaz büyük bir kolaylığı ve zorluğu beraberinde getiriyor.

Kolay çünkü; herhangi bir konuda üretim yapmak istediğiniz an o konuya dair temel tasarım kodları hemen ekranınızda belirmeye başlıyor. Hangi fontla nasıl bir duygu yaratabileceğiniz, hangi renk ve dokulardan faydalanmanız gerektiğini hızlıca kurgulamaya başlıyorsunuz. Bunları moodboard halinde işvereniniz ile irdeleyebileceğiniz bir paftaya bile dönüştürebiliryorsunuz. Hatta belki çağın bir getirisi olarak yakın zamanda görsel okur yazarlık daha da gelişecek, yapay zekanın da yardımıyla bu kodlar üzerinden tasarımcı olmaksızın kendi gündelik tasarımlarınızı üretmeye başlayacaksınız.

Zor çünkü; Bizlere dayatılan güzel, iyi kavramları yeni mecralar farkında olmadan ya da olarak tasarımın yaratıcı sürecini daraltıyor görüşündeyim. Yeni bir fikir üretilse de, tüketimin hızı nedeniyle çok hızlı şekilde “kitsch” bir hal alıp daha zincirdeki yerini alamadan tükenmiş oluyor. Yeni bir üretim yapmak git gide zorlaştığı gibi aslında gündelik hayatta yeni ve yaratıcıdan çok, kolay ve hızlı değer görmeye başlıyor. Gördüğünüz gibi yine konuyu dağıtmaya başlıyorum. Hızla toparlıyorum.

Bana göre üretim yaparken kesinlikle içinde bulunduğumuz coğrafyadan, toplumdan, dünyanın ve bölgemizin kültür, sanat mirasından, temel sanat kurallarından ve özellikle kendi disiplinimizdeki temel doğrulardan haberdar olmalıyız. Üretirken kullanmak ya da onları yok saymak elimizde.

Farkında olmamız gereken bir diğer şey işlevsel bir tasarım için iletişime geçeceğimiz kitlenin durumu. Tasarım sorununu başlatan şey onlarla olan iletişim sorunu üzerinden doğuyor çünkü. Tasarımımız için en uygun dili bulalıyız. Bu sayede sesimizi duymaları daha kolay olacaktır.

Son olarak da özgünlüğümüzü korumak adına mümkün olduğunca farklı kaynaklardan, doğadan, insanlardan, farklı sanat ve tasarım disiplinlerinden beslenmek. Hırsızlığı bu alanlarda doyasıya yapabiliriz. Çaldıklarımızı üretim süremiz boyunca tasnif edip onlardan yeni eserler üretebiliriz. Bu etik bir hırsızlık ve yaratıcı sürecin vazgeçilmez bir parçasıdır.